ANAMUR'UN SESİ
"Anamur'un ve Anamurluların Buluşma Adresi ve Gerçek Sesi..."
arama   site haritası
 

 

 

           ŞEB-İ YELDA

                                   “Şeb-i yelda”yı müneccimle muvakkit ne bilir?
                                   Müptelayı gama sor ki geceler kaç saat..?

    Beyit için Fuzuli’ye ait diyenler de var, Yahya Kemal’e ait diyen de, Sabit’e mal edenler de…

   Yusuf Has Hacib; “İnsanın süsü yüz, yüzün süsü göz, aklın süsü dil, dilin süsü de sözdür” diyor. Üçü de süsün her derecesini verme kudretine sahipler dile.

             04.01.2012 tarihinde anamurunsesi.com yazdı.

___________________________________________________________________________

                        ŞEB-İ YELDA

                                    “Şeb-i yelda”yı müneccimle muvakkit ne bilir?
                                    Müptelayı gama sor ki geceler kaç saat..?

    Beyit için Fuzuli’ye ait diyenler de var, Yahya Kemal’e ait diyen de, Sabit’e mal edenler de…

   Yusuf Has Hacib; “İnsanın süsü yüz, yüzün süsü göz, aklın süsü dil, dilin süsü de sözdür” diyor. Üçü de süsün her derecesini verme kudretine sahipler dile.

    “Sabit”lenmeli bize göre Fuzuli zaman yitirmek yerine.

    “Söz üstüne söz olmaz”sa da bizim sözümüz olacak “21 Aralık” üstüne.

    Yılın en uzun gecesi, “şeb-i yelda” üstüne yani.

    Takvim yaprakları yılın en uzun gecesi diye bu günü gösterseler de şaire göre sevgiliden uzak geçirilen her gece “şeb-i yelda”

    Ne hasta bekler sabahı
    Ne taze ölüyü mezar
    Ne şeytan bir günahı
    Seni beklediğim kadar.

    Sağlıktan, hürriyetten mahrum geçirilen her gün için de bu böyle. Hasta ve mahkûm için de yani. Sivas türkümüzde deniyor ki;

    “Eğer içinizde dertli yok ise
    Ben dertliyim hepinize yeterim”
    Niceleri var “derdiyle yar olup yatmış.”

    Diyarbakır türkümüzde dert aynı;

    “Gam yardan vefalıdır,
    Hiç çevirmez yüz benden”

    Dert bundan sağlam başka nasıl anlatılabilirdi ki.

    Bu da “türkünün” gücü işte. Türküden başkası da çekmez bu yükü zaten.

    Kim anlatır bitmeyen geceyi, geceleri gâh uzun, gâh kısa hava olup da.

    Geceler yârim oldu,
    Ağlamak kârım oldu,
    Her dertten yıkılmazdı
    Ağlamak kârım oldu

    Başka vasıfları da yok mu? Dert mi çağrıştırırlar uzun geceler hep?

    Haksızlık ederiz “yok” dersek. Anadolu’da bir “okuldur” uzun köy odaları. O gecelerde dolarlar o mektepler. O gecelerde şekillendi, kimliğimiz, kişiliğimiz bir toprağın çocuklarının, birçoğumuzun.

    Söz gelimi Hz Ali, Muhammet Hanefi cenkleri, av, askerlik hikâyeleri, masallar anlatılırdı bizde o gecelerde. Hayıflanırım her aklıma geldikte, “neden bir kenara kaydetmedim” diye. Aklımda kalırlar hep ilk günkü gibi sanmıştım hâlbuki yanılmışım. Çıkıp demedi ki biri de “yaz bir kenara unutursun” “oğlun kızın olsun hele” diye. Bul da anlatsın bakalım sana şimdi de o “masal anlatıyor” zannettiklerin. Masal ama, ne misal? Nelere bulandırılmış ne hikâyeler…

       İki hatıra o gecelerden.

    Köyde okul yoktu. Ortaokula gidiyordum. İlçeye gidip geliyordum günübirlik, zorunlu olarak. Kış girince 7+7 km’lik yolu yürüme imkânı yoktu. Bize akraba yaşlı bir teyzenin yanında kalmaya başladım. Ben gibilerin yaptıkları da buydu. Kalacak yer bulup kışı çıkartmak. Baharla birlikte yeniden yollara düşmek. Birkaçı bir araya gelip ev tutan da vardı tabi. İşte o sıra mübarek gecelerin birinde sabah ezanlıyla yakındaki camiye gitmiştim. Bu gibi gecelerde uyunmaz hakkını vermek icap ederdi. Öyle yetişmiştik. Evden uzak olmak durumu değiştirmezdi. İki saftan ibaret cami cemaati içinde tek çocuk bendim. Dikkat çekmiş olacak ki namaz sonrasında cami imamı Hakkı Hoca yanıma gelip kimlerden olduğumu sormuştu. Sonra da Osman Yüksel Serdengeçti’nin bir kitabını hediye etmişti, “bana da dua et” diyerek. Kitabın adı “Karanlık Gecelerin Nurlu Sabahı” Bazı kısımlarını anlayamasam da okumuştum bu cep kitapçığını. Ondan aklımda kalan şu iki dize.

     Kitap da kayboldu zaten;

    “Ya Rab bu uğursuz gecenin yok mu sabahı,
    Yoksa biçarelerin mahşerde mi felahı”

    Osman Yüksel adı hep aklımda kaldı ama. Başka eserlerini de okumak zorunda hissettim kendimi. Yerinde, zamanında bir hediye nelere kadir oluyormuş görüldüğü gibi.

    “Kel alaka” hoşgörünüze sığınarak bir hatıra da Bekir amcadan (İzzet Altınmeşe’nin babası).

    Karanlık kış gecelerinin birinde köylü bir odada koyu sohbete dalmışlar. Çocuğun biri de dikkat kesilmiş konuşmaları dinliyormuş. Küçük abdeste sıkışmış ama hikâyeden kopup ayrılamıyormuş bir türlü. Bakmış hikâyenin sonu gelmiyor dayanamayıp, zifiri karanlığa, onunla birlikte rüzgârlı havaya aldırmadan eyvandan aşağı salıvermiş, kimsenin gördüğü yok ne de olsa diyerek. Rahatlamış vaziyette dönmüş, hikâyenin devamını dinlemeye başlamış yeniden. Biri sormuş bir ara içeridekilerden;

    -Yeğenim hava nasıldı dışarıda?

    Çocuk cevap vermiş;

    -İyi iyi, ama serpiştiriyordu ben çıktığımda, rüzgârın yüzüne çevirdiğinin farkında olmadan.

    Kıssadan hisse.

    Her kimse o gecelerden muzdarip “şeb-i yelda”larının “şeb-i aruzlara” galp olunması dileği ile. Sürçü lisan olduysa da affola.

 

 

Osman ERENALP
Ankara-04 Ocak 2012
Tel-Cep: 0 505 663 1620

OSMAN ERENALP'İN 2011 YAZILARI İÇİN TIKLAYINIZ...

2012'DE YAYIMLANAN YENİ  YAZILAR

-İTİBARSIZLAŞTIRMA  

 

  KÖŞE YAZILARIMIZ TOPLAM DEFA OKUNMUŞTUR...

______________________________________________________________

"Anamur'un ve Anamurluların Buluşma Adresi ve Gerçek Sesi..."
ANAMUR'UN SESİ  

 
   

  Başa Dön 

Yazdır

 
 
 
Copyright © Tüm Hakları Saklıdır [Çınar Arıkan]