“Şeb-i yelda”yı müneccimle muvakkit
ne bilir?
Müptelayı gama sor ki geceler kaç saat..?
Beyit için Fuzuli’ye ait diyenler de var,
Yahya Kemal’e ait diyen de, Sabit’e mal
edenler de…
Yusuf Has Hacib; “İnsanın süsü yüz,
yüzün süsü göz, aklın süsü dil, dilin süsü
de sözdür” diyor. Üçü de süsün her
derecesini verme kudretine sahipler dile.
“Sabit”lenmeli bize göre Fuzuli
zaman yitirmek yerine.
“Söz üstüne söz olmaz”sa da bizim
sözümüz olacak “21 Aralık” üstüne.
Yılın en uzun gecesi, “şeb-i yelda”
üstüne yani.
Takvim yaprakları yılın en uzun gecesi
diye bu günü gösterseler de şaire göre
sevgiliden uzak geçirilen her gece
“şeb-i yelda”
Ne hasta bekler sabahı
Ne taze ölüyü mezar
Ne şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar.
Sağlıktan, hürriyetten mahrum geçirilen
her gün için de bu böyle. Hasta ve mahkûm
için de yani. Sivas türkümüzde deniyor ki;
“Eğer içinizde dertli yok ise
Ben dertliyim hepinize yeterim”
Niceleri var “derdiyle yar olup yatmış.”
Diyarbakır türkümüzde dert aynı;
“Gam yardan vefalıdır,
Hiç çevirmez yüz benden”
Dert bundan sağlam başka nasıl
anlatılabilirdi ki.
Bu da “türkünün” gücü işte.
Türküden başkası da çekmez bu yükü zaten.
Kim anlatır bitmeyen geceyi, geceleri gâh
uzun, gâh kısa hava olup da.
Geceler yârim oldu,
Ağlamak kârım oldu,
Her dertten yıkılmazdı
Ağlamak kârım oldu
Başka vasıfları da yok mu? Dert mi
çağrıştırırlar uzun geceler hep?
Haksızlık ederiz “yok” dersek.
Anadolu’da bir “okuldur” uzun köy
odaları. O gecelerde dolarlar o mektepler.
O gecelerde şekillendi, kimliğimiz,
kişiliğimiz bir toprağın çocuklarının,
birçoğumuzun.
Söz gelimi Hz Ali, Muhammet Hanefi
cenkleri, av, askerlik hikâyeleri,
masallar anlatılırdı bizde o gecelerde.
Hayıflanırım her aklıma geldikte,
“neden bir kenara kaydetmedim” diye.
Aklımda kalırlar hep ilk günkü gibi
sanmıştım hâlbuki yanılmışım. Çıkıp demedi
ki biri de “yaz bir kenara unutursun”
“oğlun kızın olsun hele” diye. Bul da
anlatsın bakalım sana şimdi de o “masal
anlatıyor” zannettiklerin. Masal ama,
ne misal? Nelere bulandırılmış ne
hikâyeler…
İki
hatıra o gecelerden.
Köyde okul yoktu. Ortaokula gidiyordum.
İlçeye gidip geliyordum günübirlik,
zorunlu olarak. Kış girince 7+7 km’lik
yolu yürüme imkânı yoktu. Bize akraba
yaşlı bir teyzenin yanında kalmaya
başladım. Ben gibilerin yaptıkları da
buydu. Kalacak yer bulup kışı çıkartmak.
Baharla birlikte yeniden yollara düşmek.
Birkaçı bir araya gelip ev tutan da vardı
tabi. İşte o sıra mübarek gecelerin
birinde sabah ezanlıyla yakındaki camiye
gitmiştim. Bu gibi gecelerde uyunmaz
hakkını vermek icap ederdi. Öyle
yetişmiştik. Evden uzak olmak durumu
değiştirmezdi. İki saftan ibaret cami
cemaati içinde tek çocuk bendim. Dikkat
çekmiş olacak ki namaz sonrasında cami
imamı Hakkı Hoca yanıma gelip kimlerden
olduğumu sormuştu. Sonra da Osman Yüksel
Serdengeçti’nin bir kitabını hediye
etmişti, “bana da dua et” diyerek.
Kitabın adı “Karanlık Gecelerin Nurlu
Sabahı” Bazı kısımlarını anlayamasam
da okumuştum bu cep kitapçığını. Ondan
aklımda kalan şu iki dize.
Kitap da kayboldu zaten;
“Ya Rab bu uğursuz gecenin yok mu
sabahı,
Yoksa biçarelerin mahşerde mi felahı”
Osman Yüksel adı hep aklımda kaldı ama.
Başka eserlerini de okumak zorunda
hissettim kendimi. Yerinde, zamanında bir
hediye nelere kadir oluyormuş görüldüğü
gibi.
“Kel alaka” hoşgörünüze sığınarak
bir hatıra da Bekir amcadan (İzzet
Altınmeşe’nin babası).
Karanlık kış gecelerinin birinde köylü bir
odada koyu sohbete dalmışlar. Çocuğun biri
de dikkat kesilmiş konuşmaları
dinliyormuş. Küçük abdeste sıkışmış ama
hikâyeden kopup ayrılamıyormuş bir türlü.
Bakmış hikâyenin sonu gelmiyor
dayanamayıp, zifiri karanlığa, onunla
birlikte rüzgârlı havaya aldırmadan
eyvandan aşağı salıvermiş, kimsenin
gördüğü yok ne de olsa diyerek. Rahatlamış
vaziyette dönmüş, hikâyenin devamını
dinlemeye başlamış yeniden. Biri sormuş
bir ara içeridekilerden;
-Yeğenim hava nasıldı dışarıda?
Çocuk cevap vermiş;
-İyi iyi, ama serpiştiriyordu ben
çıktığımda, rüzgârın yüzüne çevirdiğinin
farkında olmadan.
Kıssadan hisse.
Her kimse o gecelerden muzdarip “şeb-i
yelda”larının “şeb-i aruzlara”
galp olunması dileği ile. Sürçü lisan
olduysa da affola.
Osman ERENALP
Ankara-04 Ocak 2012
Tel-Cep: 0 505 663 1620