Beynimizin
durduğu an
Büyük bir ödül töreninde, konuşma yapmak
için hazırlanan sanatçı, çok
heyecanlıdır.
Evet, çok çalışarak ödül kazanmayı hak
etmiştir, ama “Ah bir de insanlar
karşısında konuşmak olmasa…”
Tören öncesi gün, gece yarısına kadar
yapacağı konuşmanın metni üzerinde
çalışır.
Ve nihayet büyük gün, gelip çatar.
Sabah evden çıkar ve törene yetişmek
için telaşla bir taksiye atlar.
Apar topar törene yetişir.
Konuşma sırası ona gelir ve kocaman
alkışlar arasında sahneye davet edilir.
Çok heyecanlıdır.
Terlemeye başlar; yüzü kıpkırmızı olur.
Sesi titrer, elleri titrer.
Ve sonunda mikrofon ona verilir.
O da bu heyecan ve telaş içerisinde,
titrek sesiyle şu cümleleri söyler:
- Dün bütün gün, gece yarısına kadar;
bugün burada yapacağım konuşmayı
hazırladım. Bu konuşma için neler
yaptığımı bir ben, bir de Allah bilir.
Ama şu anda sadece Allah biliyor, çünkü
yolda gelirken notlarımı takside
unuttum.
Topluluk karşısında konuşmak mı?
Aman Allah'ım!
“İnsan beyni” der George Jessel;
“Doğduğumuz an çalışmaya başlar ve
topluluk önünde konuşmak için çıkıncaya
kadar hiç durmaz.”
Bazılarınız için bu tespit, biraz
abartılı gelebilir ama topluluk
karşısında konuşma kâbusları olan çoğu
insan için durum; tam da böyledir.
Dünyanın en ünlü hatiplerinden Winston
Churchill, Lortlar Kamarası’nda ilk
konuşmasını yaptığında, her şeyi unutur
ve konuşamadan kürsüden iner.
Gandi, ilk kez kalabalıklara
konuşacağında bayılır ve konuşmasını
yapamaz.
Kennedy, ilk konuşmalarını yaparken, bir
eliyle diğer elinin titremesi görünmesin
diye tutar.
Çoğumuzun başına, bir topluluk karşısına
çıktığımızda; sesimizde titreme,
kaslarımızda yay gibi bir gerilim, soğuk
soğuk terleme, ağzımızda kuruluk, ikide
bir boğazımızı temizleme isteği,
yüzümüzün kızarması gibi durumlar
gelmiştir.
Kan şekeriniz bir anda düşer, biliciniz
bulanır; söyleyeceğiniz kelimeleri
toparlamakta zorlanabilirsiniz.
Mikrofonla konuşmak istemez, kendi
sesimizi duyunca –herkesin sesi kendine
kötü gelir- daha bir geriliriz.
İçimizden hep; “Keşke daha az insan
katılsaydı.” diye söylenir; gelenlerin
sayısını iki ile çarparak bizi izleyen
göz sayısını hesaplarız.
“Aman Allahım 200 tane göz bana bakıyor,
beni izliyor”
Ne korkunç bir durumdur.
Bir an önce oradan uzaklaşmak isteriz.
“Bana ‘beş dakika konuşma yap yerine,
bir gün çalış’ deseler seve seve tercih
ederim” diyenleri çok duydum.
Hele bir de karşınızda, dinleyenler
arasında protokolden insanlar varsa,
yandınız.
“Yahu, benim gibi insanlara bile
konuşmaktan çekinirken, bir de bu
adamlar geldi.” diyerek onları
zihnimizde büyültür de büyültürüz.
Bir defasında, böyle bir toplantıda
benim takdimimi yapacak sunucu, kuliste
bayılmıştı da ben ayıltmak zorunda
kalmıştım. Tabii kendi takdimimi kendim
yaptım.
Zaten, protokolde olan böyle insanların
da etrafa gerilim yayma kapasiteleri çok
yüksektir.
Onlar gelmeden, gerilimleri gelir
salona…
Salonda soğuk bir rüzgâr eser.
Bir telaş, bir koşturmaca… Ben bile
telaşlanırım, neredeyse…
Bir de her nedense, hep gülmemeyi tercih
ederler onlar.
Somurtkan ve asık suratlı olurlar ya,
beni de hasta eden tarafları, o olur
hani…
Yoksa protokol oldukları nereden belli
olacak, canım.
Madem protokolüm, öyleyse istediğim
kadar somurturum gibi bir durumdadır
çoğu.
Şöyle etrafına gülümseyen kaç protokol
insanı gördünüz?
Bu konuda olumlu olarak aklıma ilk gelen
isimler; Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu.
Onları hep gülümserken görüyorum.
Gülmeyi başarabilen devlet adamlarından.
Olumsuz örmeklere girmeyi, gerekli
görmüyorum.
Peki, ya bir aksilik çıkarsa, ya
bilgisayar çalışmazsa, seste bir sorun
olursa…
Sanki olmak zorundaymış gibi, Allah’ın
her günü program yapılan salonlarda bile
kulakları yırtan; hoparlör ve ses
karşılaşmasından çıkan ‘dıııt’ sesini
duymadan kendimize gelmeyiz.
Hele sunum yapıyorsanız, bilgisayarla
projeksiyon cihazı uyumsuzluğu veya
cihazın ayarlarının bozukluğu sizi yay
gibi germek için yeter de artar bile…
Durun, daha bitmedi; bir de sunum
yapacağınız bilgisayar sizden çok
uzaktaysa ve uzaktan yönetme cihazınız
yoksa ve her geçiş için “Rıfkı bey,
sonraki sayfaya geçelim” diye söylemek
zorunda oluşunuza ne demeli?
İşi berbat etmekten, her şeyi
unutmaktan, herkesin karşısında rezil
olmaktan kim korkmaz ki?
Amerika’da insanların en çok korktuğu
şeyler içerisinde, ölüm korkusundan
sonra ikinci sırayı, topluluk karşısında
konuşma korkusu alıyor.
Peki, topluluk karşısında konuşmak,
bizim için böyle kâbus gibi bir şeyse
neler yapmalı?
Dedik ya, merak güzel şey. O da haftaya…
Eftal ORHAN
eftal.orhan@internethaber.com
http://www.internethaber.com/author_article_detail.php?id=9020
__________________________________________
SAYFAMIZDA YAYIMLANMIŞ EĞİTİM YAZILARI:
__________________________________________
"Anamur'un ve
Anamurluların Buluşma Adresi ve Gerçek
Sesi..."
ANAMUR'UN SESİ |