www.anamurunsesi.com
yayımladı...
Terör örgütü bir
suç şebekesidir ve suç eylemini
uygulamaya başlamadan önce tedbiri
alınarak önlenmelidir. Bu ilkeden
hareketle örneklendirecek olursak PKK
terör örgütünün mensuplarının saldırması
değil saldırmadan önleminin alınması
işin doğası gereğidir...
TAM SAHA
PRES: Terörle Mücadeleden Milletle Dalga
Geçme Konseptine
Kürt sorunu ve Kürt Açılımı gerçekte
düşünülenden çok farklı olarak dışarıya
yansıtılan ve konuşulan konuların
başında yer alır. Yıllarca sol, liberal
ve İslamcı aydınlar bir “Kürt
Sorunu”ndan bahsedip durmuşlar ama bunun
ne anlama geldiğini asla
açıklamamışlardır. Kürt sorununa ne
olduğu bilinmeyen “siyasi çözüm”
önermişlerdir. Her zaman yuvarlak
laflarla bir şeyler ima edilmeye
çalışmışlardır. Ta ki AKP hükümeti
tarafından Kürt Açılımı ilan edilene
kadar. Liberaller, solcular, İslamcılar
ağızlarındaki baklayı yavaş yavaş
çıkarmaya başlamışlardır. Siyasi
çözümden kastettikleri Kürtlerin
anayasal statülerinin farklı bir
“egemenliğe” sahip halk olarak
tanınması, (şartlar olgunlaşıncaya kadar
şimdilik) özerk bir yapıdır.
29.10.2012 tarihinde
www.anamurunsesi.com
yazdı...
TAM SAHA
PRES: Terörle Mücadeleden Milletle Dalga
Geçme Konseptine
Milliyet’ten Metin Münir,
“Burası bulanık düşünmenin ve kem küm
etmenin anavatanıdır. En az
becerebildiğimiz şeylerden biri açık
düşünmek ve bu düşünceleri açık bir
biçimde ifade edebilmektir. PKK
konusunda açık düşünememek ve açık
konuşamamak bugün içinde yüzdüğümüz (ve
yarın daha da büyümesi kaçınılmaz) kan
gölünün en önemli nedenidir. Bu nedenle,
biraz açık düşünme eksersizi yapalım”
demektedir. Çok önemli bir tespit.
Kürtçüsü, bölücüsü, solcusu, liberali
açık açık konuşsalar bugün demokratik
gelişme açısından büyük mesafeler kat
edilirdi. Çözülmez görülen terör gibi
sorunlar daha sancısız çözülebilir
duruma gelirdi.
Kürt sorunu ve Kürt Açılımı gerçekte
düşünülenden çok farklı olarak dışarıya
yansıtılan ve konuşulan konuların
başında yer alır. Yıllarca sol, liberal
ve İslamcı aydınlar bir “Kürt
Sorunu”ndan bahsedip durmuşlar ama bunun
ne anlama geldiğini asla
açıklamamışlardır. Kürt sorununa ne
olduğu bilinmeyen “siyasi çözüm”
önermişlerdir. Her zaman yuvarlak
laflarla bir şeyler ima edilmeye
çalışmışlardır. Ta ki AKP hükümeti
tarafından Kürt Açılımı ilan edilene
kadar. Liberaller, solcular, İslamcılar
ağızlarındaki baklayı yavaş yavaş
çıkarmaya başlamışlardır. Siyasi
çözümden kastettikleri Kürtlerin
anayasal statülerinin farklı bir
“egemenliğe” sahip halk olarak
tanınması, (şartlar olgunlaşıncaya kadar
şimdilik) özerk bir yapıdır. Ve elbette
siyasi yapının, toplumsal/kültürel
örgütlenme biçimlerinin bu özerk yapıya
uyumlu bir hale getirilmesi.
Çeşitli makalelerimizde ve
kitaplarımızda ısrarla terörün neden
bitmediğini daha doğrusu bitirilmek
istenmediğini açıklamaya çalıştım.
Konunun önemine binaen tekrar etmek
istiyorum. Sürekli damlayan suyun
mermeri bile delmesi gibi birileri bir
şeyler anlayıncaya kadar da tekrar
edeceğim.
PKK terörü kolektif bir davranış
biçimidir ve etnik/ideolojik
motivasyonludur. Terör çözümlemesinde
özelikle bu noktanın hatırda
tutulmasında fayda var. PKK terör
hareketini ve bununla mücadele
konseptlerini ideolojik ve değerler
bağlamında ele almak bizi sonuç getirici
tespitlere götürür ve sağlıklı
analizlere alt yapı yaratır.
Terörle
mücadele yöntem ve tekniklerini
belirleyen siyasal elitlerin sahip
olduğu ideolojik motivasyon da bu
mücadelede öncelikli olarak
belirleyicidir.
İdeolojik/bilişsel analiz biçiminin
terörün karakterinden dolayı yani
herkesçe olumsuzlandığından hareketle
geçersiz olduğunu düşünmek bireyin
varoluşunu sağlayan sosyal ilişkiler
ağının aynı “doğa” gibi değerlerden
yoksun olduğunu iddia etmek gibidir.
Oysa PKK terör örgütü gibi dünyanın en
kanlı örgütünün varoluş gerekçesini
açıklayan “bir” değil “pek çok”
yaklaşımın literatürde yer alması
üstelik bunların büyük bölümünün PKK’nın
meşru bir zeminde ve meşru gerekçelerle
kurulduğunu iddia etmesi sorunun
ideolojik/bilişsel boyutunun
bilinmesinin ne kadar önemli olduğunu
bize gösterir.
Bu analiz biçimi belki aktör odaklı
olmasıyla eleştirilebilir. Fakat
aktörlerin sistematik yapı içinde
kurumlar arası ilişkilere sıkı sıkıya
bağımlı olarak nihai safhaya geçtikleri
malumdur. İlk dönemlerde kurumlar/sistem
bağımlı bir eylemler örüntüsü ortaya
konulurken zamanla bu sistem/kurumların
dönüştürülmesi ideolojik/bilişsel
açıklama yaklaşımını öne çıkarmamızı
zorunlu kılmıştır.
Terörle mücadelede sorumlu aktörlerin
eylemlerini yönlendiren iç ve dış
motivasyonları öncelikle sağlıklı tespit
etmemiz ve buradan hareketle referans
noktaları oluşturmamız gereklidir.
Terörle mücadelede üzerinde ittifak
edilmiş ve tartışılmayan yöntemler,
düşünceler ve ön kabuller vardır.
Bunları eksiklikte olsa şimdilik şöyle
tasnifleyebiliriz:
Terör örgütünün iç ve dış destek
alanlarının her kimden gelirse gelsin
engellenmesi ve bunun için bütün
uluslararası örgütlerin/ mekanizmaların
harekete geçirilmesi gerekir.
Teröristin fiziki varlığının yanında
toplumsal ve siyasi dayanak gibi
koşullarının da yok edilmesi gerekir.
Terör örgütü bir suç şebekesidir ve suç
eylemini uygulamaya başlamadan önce
tedbiri alınarak önlenmelidir. Bu
ilkeden hareketle örneklendirecek
olursak PKK terör örgütünün
mensuplarının saldırması değil
saldırmadan önleminin alınması işin
doğası gereğidir.
Terör örgütünün ülke içindeki mal, mülk,
araç, gereç gibi lojistik destekleri
yanında siyasi ve ideolojik alanlarda da
başka bir deyişle terör örgütünün varlık
gerekçesini her daim yeniden üreten ve
meşru bir zemine oturtmaya çalışan
siyasi/ideolojik dinamikleri de yok
etmek gerekir. Tespitin önemine binaen
tekrar ediyorum “baskı altına alınması”
değil “yok edilmesi” zorunludur. Terör
örgütünün propagandasına izin
verilmemelidir. Bu konuda AB ve ABD
örnek alınabilir.
Terörle mücadele demokrasiye göre
ayarlanmamalı aksine AB ve ABD’de olduğu
gibi güvenlik demokrasinin önünde yer
almalıdır. Çünkü güvenlik, demokrasinin
öznesi olan “insan” için vardır.
Demokrasinin varoluş şartı ortadan
kalktıktan sonra demokrasinin bir anlamı
yoktur.
Terörle mücadelenin göz ardı edilmemesi
gereken en önemli boyutu toplumsal
boyuttur. Toplum PKK’nın yok edilmesi
gereken bir terör örgütü olduğunu
bilmeli, inanmalı ve bundan şüphe
etmemelidir. Devlet elindeki bütün
iletişim ve propaganda imkânları bunun
için kullanmalıdır.
Yukarıdaki mutabakat noktalarının bağlı
olduğu merkezi uygulama zemini siyasi
karar vericilerin sahip olduğu “inanç”
ve “kararlılık”tır.
Otuz yıldır terörle uğraşan bir ülke
olarak Türkiye’nin mücadele biçiminin bu
üzerinde evrensel mutabakat sağlanmış
ilkelerle uyuşmadığı tespitini yaparak
terörün niçin bitirilemediğinin ip ucunu
verelim. Bu tespitim basit bir suçlama
değil. Uygulamalara bir göz gezdirmek
yeterlidir. Sonraki makalemizde de
devletin PKK algısındaki çarpıklıktan
kaynaklanan sorunlara genel hatlarıyla
değineceğiz.
2004 yılından itibaren PKK terör
eyleminde hem artış olmuş hem de
eylemlerinin yöntem ve taktiklerinde
farklılıklar ortaya çıkmıştır. Her dönem
tedricen artış gösteren terör eylemleri
karşısında hükümetin de terörle
mücadelesini etkili bir şekilde
artırması ve geliştirmesi beklenmiştir.
Oysa PKK teröründeki istikrarlı, kararlı
ve hedefe odaklı artışa karşın devletin
de PKK’ya karşı aynı şekilde istikrarlı,
kararlı ve hedefe odaklı mücadele
stratejisi belirlemesi söz konusu
olmamıştır.
Üç ay önce merkezleri olan (Kuzey)
Irak’tan gelen PKK’lılar, Yüksekova’nın
Dağlıca bölgesindeki Yeşiltaş
Karakolu’na saldırdı. PKK’lıların açtığı
ateşte 8 asker şehit oldu, 16 asker de
yaralandı. Bölgede çıkan çatışmalarda 18
PKK’lı öldürüldü. Dağlıca’da 21 Ekim
2007’de yine (Kuzey) Irak topraklarından
gelen PKK’lıların 7 koldan saldırısı
üzerine çıkan çatışmalarda 12 asker
şehit olmuş, 16 asker yaralanmıştı.
Çatışmalarda 32 PKK’lı öldürülmüştü.[1]
Terörle mücadelede PKK’nın merkez
üssünün yer aldığı Kuzey Irak’a askeri
müdahale izni veren tezkerinin
çıkarılması için işte bu 12 askerimizin
şehit düşmesi gerekmiştir. Sadece en
doğal hakkımız olan bir tezkereyi
çıkarmamak için direnmek bir hükümet
için ne anlama geliyordu? Üstelik bu
tezkere izni çıktığında Barzani, “sınırı
geçerseniz, savaş anlamına gelir,
karşılık veririz” diye her zamanki gibi
tehdit etmiş ve Başbakan da Barzani’yi
PKK’ya yataklık etmekle suçlamıştı.
PKK’nın terör saldırında şimdiye kadar
hiç görülmemiş bir artış varken Barzani
ile ilişkimizde bizi tehdit ettiğinden
beri nasıl bir değişiklik olmuştur da
vazgeçilmez ortak haline gelinmiştir?
PKK artık Barzani’nin egemenliğindeki
Kandil’de bulunmuyor mu? Veya PKK’ya
olan bütün desteğini kesti mi?
Önce şu tespitimizi yapalım, hükümet
açısından “PKK terörünün bitirilmesi”
söylemi bir amaç değil ama Türk
kamuoyunu “oyalamaya” yönelik ve
toplumun algısını biçimlendirme hedefli
bir söylem olmuştur. Her yıl “yeni bir
strateji”den, “bıçağın kemiğe
dayandığından” bahsedilmiştir.
Genelkurmay Başkanının da hükümetle “tam
uyumlu” bir konuma gelmesiyle
“Ergenekon” ve “derin devlet” gibi
terörün artışını ve gerekçesini açıklama
dönemi de böylece önemli ölçüde geride
kalmıştır.
PKK ile müzakerelerin bitmesi üzerine
bitmeyen ama azalan terör saldırıları
Suriye gibi dış dinamiklerin etkisiyle
aniden artış göstermiştir. 2012 yılını
final yılı ilan eden PKK terör örgütü
Kürt açılımı ve müzakereler sonucu elde
ettiği kazanımları şimdi kullanmaya
başlamıştır.
Neydi PKK’nın kazanımları?
Bu kazanımlar Kürt Açılımı projesi
doğrultusunda demokratikleşme adına yol
kontrollerinin kaldırılması ile ülkenin
her tarafına rahatlıkla sokulan bombalar
ve ağır silahlardır. Bu silahlar bugün
etkin bir şekilde askerlerimizin ve
polislerimizin şehit edilmesinde, şehir
merkezlerinde bombaların patlamasına
kullanılıyor. İkincisi PKK ile
müzakerelerin gereği olarak güvenlik
güçlerinin, kelimenin tam anlamıyla,
karakollardan dışarı çıkamayarak elinin
kolunun bağlanmış olmasıdır. Bu süreçte
de yüzlerce askerimiz “demokratikleşme”
adına şehit oldu.
Şimdi yeni strateji
“tam saha pres”. Yani alan hakimiyeti.
PKK’ya devredilen bölgede tekrar devlet
egemenliğinin sağlanmaya çalışılması “tam saha pres” adıyla sözde terörle
mücadelede “yeni strateji” olarak
sunuluyor.
Her yıl terörün bitirileceği ve
sabırların taştığı yönündeki söylem ve
birilerini tehdit eden retorik hükümet
tarafından fütursuzca kullanıldı. Her
saldırının ardından da terörün ve Kürt
sorununun çözülmesi yönünde hükümetin
“yeni strateji”si kamuoyuna açıklanır
oldu. Hiçbir siyasi ve sivil kurum da bu
karşılıksız ve sonrasında unutulan “yeni
stratejileri” ve konuşmaların sonucunun
ne olduğunu sorgulamadı. Ama şehitler
gelmeye hep devam etti. Bir
samimiyetsizliğe, iradesizliğe,
kararsızlığa, hedefsizliğe yüzlerce
gencimiz kurban edildi. Hesapları
sorulamadı. Soracak bir muhalefet ve
sivil toplum da söz konusu değil.
Hükümetin bu “içi boş ve karşılıksız
vaatlerini” tek tek sıralamaya gerek
yok. Ama şunu hatırlatalım. Çok değil
yedi ay önce hükümet terör ve Kürt
sorunu karşısında yeni stratejisi
konuşuluyordu. Bu stratejiyi
hatırlatalım. Bu “yeni strateji” şu
temele dayanıyordu: “Başbakan Erdoğan’ın
söylemi, PKK ile mücadele ve Kürt
sorununa çözüm bulma konusunda,
taktiksel değil stratejik bir
değişikliğe dayanıyor. Bu değişikliğin
temel nedeni ise Ankara’nın açılım, Habur ve Oslo süreçleri gibi yollarla
gösterdiği iyi niyetin karşılık bulması
bir tarafa, istismar edilmesi. Bu
girişimlerin, PKK tarafından devletin
bir zaafı ve zayıflığı olarak okunması.
Ankara’nın, bu çözüm arayışlarını
sürdürürken bazen İmralı’dan, bazen
Kandil’den, bazen parlamentonun içinden
tehdit edilmesi.” PKK ile müzakere terör
örgütü tarafından istismar edilerek
devletin zayıflığı olarak okunduğu için
vazgeçilmiş. Peki şimdi yoğun
saldırıları karşısında ısrarla
müzakereye davet edilen PKK bu durumda
ne düşünmektedir? Bu açıkça bir çelişki
değil midir? PKK karşısında
yenilmişliğin ilanı değil mi? “Bir
saatte Suriye’nin işini bitiririz” diyen
bir hükümet, “Küresel ve bölgesel bir
güç” olduğunu iddia eden bir siyasi
iktidar nasıl oluyor da PKK’yı
bitiremiyor ve müzakerelere
başlayacağını söyleyerek yenilmişliğini
ilan ediyor?
“Yeni stratejiye” göre terör örgütünün
dağdan indirilmesi için Barzani-Vaşington-Bağdat
ile de sıkı ilişkiler geliştirilmiştir;
“Ankara, PKK’yı dağdan indirmek, soruna
bir çözüm bulmak amacıyla uzun süredir
içeride ve uluslararası alanda çok yönlü
bir altyapı çalışması yürütüyor. İçeride
atılan adımların yanı sıra başta Kuzey
Irak’ta Mesud Barzani yönetimi olmak
üzere Washington ve Bağdat’ta yürütülen
temaslarla güven ortamı oluşturma
çabalarının olumlu bir altyapı
hazırladığı söylenebilir.”[2]
Aslında bu yöntem yani "yeni
strateji"ler sadece kamuoyuna yönelik
bir psikolojik operasyondur. Burada
yapılması gerekeni sağlıklı analiz
yapmak için “olması gerekeni” ve
“olanı” ortaya koymamız gerekir. Bir alan
hakimiyeti kurarsınız bir de bunun
karşısında nokta hareketi yaparsınız.
“Terörün vatanı Kuzey Irak” Barzani
korumasında Barzani’de Türkiye
korumasında. Karayılan ve Örgütün diğer
lider kadrosu Avrupa’da rahat rahat
yaşamını sürdürmektedir. Karayılan
Türkiye’den kimilerinin postacı
kimilerinin “PKK mühibi” dediği
gazetecilerle her zaman görüşürken
Türkiye’nin istihbaratı bu terörist
liderleri bulamamakta mıdır? Onlarca
kampta beş bine yakın PKK’lı terörist
yer alırken Barzani’nin AKP kongresine
daveti başka söze hacet yok ki bu
durumun onaylanması anlamına
gelmektedir.
Sonuç olarak;
PKK’ya karşı “tam pres”
olarak açıklanan “Yeni Strateji” yeni
değildir. Diğer bütün “yeni stratejiler”
gibi kamuoyunu oyalamaya yönelik
psikolojik bir operasyondur.
Güneydoğu’nun PKK’nın hâkimiyetine terk
edildiğinin yani alan hâkimiyetinin
PKK’nın eline geçtiğinin bir başka
şekilde itirafıdır.
İkbâl
VURUCU
ikbalvurucu2030@gmail.com
_____________________________________
[1]
“PKK Dağlıca'da saldırı düzenledi: 8
şehit 19 yaralı!”, Milliyet, 20 Haziran
2012.
[2]
Fikret Bila, “PKK ve Kürt sorununda
yeni strateji”, Milliyet, 22 Mart 2012.
YAYINLANDIĞI YER:
http://www.gazete2023.com/kose-yazisi/2180/tam-saha-pres-terorle-mucadeleden-milletle-dalga-gecme-konseptine-2.html
YORUM YAPMAK İÇİN TIKLAYINIZ...
___________________________________________________
"Anamur'un ve
Anamurluların Buluşma Adresi ve Gerçek
Sesi..."
ANAMUR'UN SESİ